19
Aralık 2012 Çarşamba günü akşam saat sekiz civarlarında cep telefonum çalmaya
başladı. Telefonu elime aldığımda derneğimizin yönetim kurulu üyesi aynı
zamanda Sağlık Meslek Lisesinden benden iki dönem sonra mezun olan Sağlık
Memuru bir arkadaşımın aradığını gördüm. Telefonu açtığımda arkadaşımın
moralinin bozuk olduğunu merhaba demesinden anlamıştım. Tereddütlü bir şekilde
“Ağabey haberin var mı bizden?” diye sorduğunda şaşırmış ve telaşlanarak
“Hayırdır, inşallah kötü bir şey yoktur?” dediğimde canı sıkkın bir biçimde
Sağlık Bakanlığınca 112 Acil Sağlık Hizmetleri İstasyonlarında görev yapan
Sağlık Memuru arkadaşlarımızın ve kendisinin herhangi bir bilgilendirme ve
tercih yapmaksızın Kamu Hastane Birliklerine bağlı Hastanelere tayin
edildiklerini duyduklarını söylemişti. Kurulduğundan bu yana yaklaşık 15
senedir bu kurumlarda görev yapan, bir yığın eğitimden geçen meslektaşlarımın
bu atamalarının neden dolayı olduğunu çözmeye çalışırken ertesi gün net
bilgiler alarak değerlendirelim kararıyla telefon görüşmesini sonlandırmıştık.
Bugün
yani 20 Aralık Perşembe günü sabah saatlerinde Sağlık Meslek Lisesinden sınıf
arkadaşım, derneğimizin yönetim kurulu üyesi başka bir arkadaşımın telefonuyla
şaşkınlığım daha da arttı. O da Sağlık Müdürlüğünde, Toplum Sağlığı
Merkezlerinde ne kadar Sağlık Memuru varsa hemen hemen hepsinin Kamu Hastane
Birliklerine bağlı Hastanelere tayin edildiğini, kendisiyle ve atandığını
duyduğu diğer arkadaşlarımızla ilgili bilgiler aktardı. Akşama kadar telefonum
hiç susmadı desem yanlış olmaz. Bazen ben aradım bazen arkadaşlarım aradı. Konuştukça
düşündük, düşündükçe de çareler bulmaya çalıştık. Bu haksız uygulama sebebiyle meslektaşlarımın
teveccühüyle başkanlığını yürütmeye çalıştığım Sağlık Memurları Derneği olarak
girişimlerde bulunmaya da başladık bu arada. İnşallah olumlu sonuçlara da
ulaşabiliriz. Şayet olumlu bir sonuca ulaşamazsak meslektaşlarımızı hakları
konusunda da ayrıca bilgilendirerek onlara yol göstermeye de çalışacağız.
Neler
yapabiliriz sorusunun cevabını ararken birden 25 yıl öncesine Sağlık Meslek
Lisesine başladığımız yıllar gözümün önüne geldi. Yatılı okul günlerimiz,
oradaki sıkıntılarımız, eğitim hayatımız, dostluklarımız geldi aklıma. Sonra
mezuniyet ve güzel ülkemizin her yanına kurumuş yapraklar gibi dağılan arkadaşlarımı,
bizlerden önce ve sonra mezun olan meslektaşlarımı düşündüm. Büyük çoğunluğu on
yıl sonra vatandaşlarımızın adını bile
hatırlamayacağını düşündüğüm Sağlık Ocaklarında görev yaptılar. Köylerdeydi
bu Sağlık Ocakları da çoğunlukla. Hiç kimseyi tanımadıkları yerlerde toplum
sağlığını korumak ve geliştirmek adına görevler ifa ettiler. Bir bebek
hastalanmasın diye en ücra mezralara bile aşı yapmaya gittiler. İnsanlar temiz
su içsin ve kullansın diye düzenli aralıklarla su depolarını düzenli olarak
klorladılar. Toplumu bilinçlendirmek adına onlara eğitim verdiler. Mesai
kavramını düşünmeden gündüzmüş geceymiş demeden görevlerini yapmak için gayret
sarf ettiler. Gece oturdukları evlerinde gündüz Sağlık Ocağındaydılar her daim.
Hatta bazı yerlerde kendi can güvenliklerini bile akıllarına getirmeden
çalıştılar. Yalnız bunları mı yaptılar? Bu sorunun cevabı da hayır olacaktır.
Olması gerekip de olmayanların görevini de yaptılar. Temizlik de yaptılar,
pansuman da… Soba yaktılar, daktiloyla yazı yazdılar, hatta doğum bile
yaptıranlar oldu belki de. Doğanları da tespit ettiler, ölenleri de. Ben bunu
bilmiyorum olmadı hayatlarında. Bilmiyorlarsa öğrenmeye çaba sarf ettiler. Bu
benim görevim değil demediler, ellerinden geleni fazlasıyla yapmaya gayret
ettiler. Üç yıl beş yıl on yıl derken güç bela şehir merkezine tayin oldular
bin bir zorlukla. Hastanelerde çalışmak istedi bir kısmı imkânlarının daha
fazla olduğunu düşünerek. Ama çoğu bu emeline ulaşamadı, ya kadrolarının dolu
olduğu bahanesi sürüldü önlerine ya da kendilerine sunulanlara rıza göstermek
zorunda kaldılar, mecburiyetten. Sağlık Müdürlüklerinde, Sağlık Ocaklarında,
Acil Sağlık Hizmetleri İstasyonlarında, Toplum Sağlığı Merkezlerinde ve daha
farklı sağlık kuruluşlarında her türlü sıkıntıya rağmen çalıştılar. Ben çoğuna
göre şanslıydım, çünkü köyde çalışma mecburiyetinde kalmadım. Kalsaydım tabii
ki ben de onların yaşadıklarının birçoğunu yaşayacaktım…
Meslektaşlarımızın
birçoğu da farklı dallarda yüksek tahsil yaptı bu süreçte. Bir kısmı farklı
görevlere geldi bir kısmı ise aynı görevlerine devam etti, değişik sebeblerden
ötürü…
Bugün
birçoğu tayinleri yüzünden şaşkınlık içerisindeler. Özelleştirilen yerlerdeki
personele bile birden fazla tercih yaptırılırken, soğuk bir kış sabahında önlerine
sunulan tayin kararlarından dolayı tereddütler yaşadıklarını anlamak için
müneccim olmaya gerek yok. Muhakkak ki bu tayinler sebebiyle memnun olanlar da
vardır ama benim görüştüklerim içerisinde çok fazla memnun olan yoktu. Hatta
oldukça ilginçtir bazı meslektaşlarımda “Biz buradan ayrıldıktan sonra bu
işleri kim yapacak?” düşüncesinde olanlar da vardı. Kendi tayininden ziyade
oradaki işlerin yarım kalacağını veya yapılamayacağını söyleyenler vardı ki bu
daha da düşündürdü beni. Başka bir meslek grubunda bu tür düşüncede olanlara ne
yazık ki pek fazla rastlanmaz. Haksızlık olduğunu düşündüğüm böyle bir tayin
kararında bile kendilerinden önce devletin işini düşünmelerinden dolayı içimden
sevinmedim desem galiba yalan olur.
Sağlık
Memurlarının hali pür melali, kısa hal tercümesi böyle. Günahlarının ne
olduğunu çok da anlamış değilim. Yazının başlığını da ondan dolayı böyle
yazdım.
Bu
yazımı da Ziya Paşa’nın aşağıdaki beyiti ile sonlandırmak istiyorum. Umarım bu tayin
kararlarını verenlerin avucunda adalet terazisi bulunuyordur.
“Dursun kef-i hükmünde terâzû-yı adâlet
Havfın var ise mahkeme-i rûz-ı cezâdan.” (Ey insan!.. Eğer mahşer gününde kurulacak mahkemeden bir korkun var ise adaletin terazisini daima avucunda bulundur.)(Ziya Paşa)
bizim devlete çalışanlar yaranamıyor nedense
YanıtlaSil