Ferhat ve Meczup

Ferhat, Şirin'e olan hasretini vuslata eriştirecek olan dağ delme işini neredeyse yarılamıştı. Bir anda, güçsüzleşmeye dermansızlaşmaya başladı ne olduğunu anlayamamıştı. Koca koca kayaları bir vuruşta paramparça eden Ferhat elindeki kazmayı kaldırıp indirmede zorlanıyordu. Bu hâl üzerinde bir süre daha çalışmaya devam etti ama olmuyordu onu vuslata erdirecek o kayaları kıramıyordu artık. Elindeki kazmayı kenara bırakıp bir süre dinlenmeye karar verdi. Biraz önce yanından geçen sâkinin bıraktığı sudan bir yudum yudumlayıp sırtını bir taşa dayayıp düşünmeye başladı. Acaba ne olmuştu da bu hale gelmişti'? Vucudu yorgun olduğu için oturduğu yerde uyumaya başlamıştı. Aklında ne oldu bana sorusu ile uyuduğu için rüya görmeye başlamıştı. Rüyasında bu derdinin sebebini bilebilecek birini aramaya başladı. Derdini kime anlatsa ona bir kişiyi tarif ediyorlardı. O kişi dağ başında yalnız başına yaşayan “Meczup” lakaplı âşıktı. Ferhat rüyasında kişilerin dedikleri yere doğru yol almaya başlamıştı. Karışık bir orman içinde dedikleri tarife uyan bir kişi gördü. Saçı sakalı karışık, üstü başı perişan bir kişiydi. Bu kişinin yanına yaklaşıp selam verdi ve konuşmaya başladı:
-Ey dertlilerin derdine çare bulan âşık. Derdimi sana anlatayım da benim de derdime bir çare bul, dedi.

Meczup kafasını bile kaldırmadan;
-Anlatmana gerek yok ey aşkı için dağları delmeyi göze olan yiğit âşık, sen gelmeden derdin bize ulaştı, dedi.

Ferhat;
-Peki söyle o zaman söyle nedir benim derdimin sebebi? Neden ben böyle güçsüz düştüm mecalim kalmadı?

Meczup;
-Aslında sen de biliyorsun neden bu hale geldiğini, sadece az düşünüyorsun bu yüzden farkına varamıyorsun yaptığın hatanın, dedi.

Ferhat durdu, tekrar düşünmeye başladı, fakat bir türlü bulamadı bu halin sebebini ve Meczub'a rica etti;
-Ne olur söyleyiver ne hata işledim.

Meczup;
-Peki dedi ve devam etti. Hani o kocaman kayaları tek vuruşta paramparça ettiğin sırada yanına bir saki gelmişti ve onunla bir süre sohbet etmiştin hatta suyundan içtin.

Ferhat hemen atıldı.
-Yoksa, yoksa bana verdiği suda zehir mi vardı? O da benim Şirin'e ulaşmamı istemeyen kişilerden birimiydi? dedi.

Meczup
-Hayır, dedi. Ne suyunda zehir vardı ne de vuslatınızı istemeyen biriydi. Sadece sohbet ederken senin söylediğin bir söz aşkınıza zehir kattı. Hani o saki sana sormuştu "Bu kocaman dağı sen mi kazıp bu hale getirdin?" diye. Sen de " evet 'ben' kazdım" demiştin. Şimdi hatırladın mı?

Ferhat;
-Evet hatırladım, ama bunda yanlış olan nedir bunu anlayamadım? dedi.

Meczup;
-Demiştim sana az düşünüyorsun diye. "Ben kazdım" dediğin an sen 'benlik' duygusuna kapıldın o an hatırından Şirin'i çıkardın. Burada yanlış yaptın işte. Şirin her sabah sen uyanmadan önce senin için dualar ediyor "Ya Rabbim! sen Ferhat'a güç, kuvvet ver onun gücüne güç, sabrına sabır kat” diye. Senin kayalara vurduğun her kazmanın vuruşundan haberi var Şirin'in. Senin her vuruşundan önce "Ha gayret Ferhat" diye inliyor. Sen ise hâlâ "Ben kazdım" diyorsun gaflet içinde...

Ferhat soğuk terler içinde göz yaşları ile titreyerek uyandı uykusundan ve toprağa kapanarak tövbe etmeye başladı.
-Rabbim sen beni affet o anki gafletimi bağışla ve bir daha bir an olsun Şirin'i hatırımdan çıkarmaktan, beni bana bırakmaktan nefsime uymaktan koru...

Amin...   (Anonim)