Dosta Doğru...


Uzun yıllar önceydi. Konya’da Atatürk Sağlık Meslek Lisesinde öğrenciydim. Okulumuz yatılıydı. Üçüncü ve dördüncü katları yatakhane, ikinci katı derslikler, giriş katında ise Okul İdaresi, kütüphane ve yemekhane vardı. Bodrum katında ise kantin, televizyon salonu ve mutfak vardı. Günün yirmi dört saati hep birlikteydik. Ders de çalıştık, uyuduk da, top da oynadık, çay da içtik, çokça tartıştık, küstüğümüz zamanlar oldu. Hatta okuldan kaçtığımız da. İtiraf ediyorum bir kere de ben kaçmıştım okuldan, bir dostumla birlikte. İkinci sınıftaydık, bir Çarşamba akşamıydı sanırım, etüd yoktu. Okuldan kaçıp o zamanki adıyla Devlet Hastanesinin Dahiliye-Göğüs Servisine gitmiştik. Saat 20.00 civarlarıydı. Tedavi saatiydi anlayacağınız. Şimdiki gibi inraketler yoktu. Tedavi vaktinde o servisteki hemen hemen her hastaya damardan Aminocardol yapılırdı ki bu ilaç on mililitredir ve en az on dakika sürer yapması. Kaçma sebebimiz damardan enjeksiyon yaparak yalnızca el becerimizi arttırmaktı, belirteyim keyfi değildi anlayacağınız.
Yatılı okulda okuyanlar bilirler değişik bir hiyerarşi vardır, adı konulmamış. Önceleri zorlansak da bir süre sonra insan alışıyor. Bu da insandan insana farklılık arz ediyor tabii ki. Sonraları herkes kendine yakın hissettikleri ile samimi duygular içerisinde arkadaşlıklar yapmaya başlıyor. Burada da ilk belirleyici nokta aynı memleketten olma, bir yerlerden tanıma veya çok daha farklı sosyolojik durumlara bağlı olabiliyor. Gençliğin verdiği sonsuz enerji ve fütursuzlukla algılama yanlışlıkları eskilerin tabiriyle cahillikler de olmuyor değil. Bundan dolayıdır ki sevdikleriniz de oluyor, sevmedikleriniz de. Ama yıllar sonra anlıyorsunuz ki aynı kazandan yemek yediğinizden midir bilmem kardeş gibi oluveriyorsunuz. Hem de aynı dönemlerde okumadıklarınızla bile.
Yatılı okullar, okumaya (tahsil anlamında söylemiyorum) meraklı olanlar için bulunmaz fırsatlar verir insanın eline. Okuyan arkadaşlarınızdan yeni şeyler öğrenebilirsiniz, kitapları değişerek okuyabilirsiniz, hatta okuduklarınızı derin tahliller ederek tartışabilirsiniz. İddia ediyorum üniversite yıllarımda böyle ortamlarla karşılaşamadım. Bu yüzden dolayı da hâlâ üzülürüm. Konuları tartıştıkça dostluklarınız da artar. O zamanlarda azalır gibi görünse de. Bir de iyi bir kütüphanesi varsa sizden iyisi yoktur artık. Okudukça, konuştukça kafanızdaki önyargılar kalkacak, dostluklar artacaktır. İşte yatılı okulda okumanın avantajıdır belki benim de dostlarım oldu. Hem de ziyadesiyle. Hatıralara da fazlasıyla olur bu yüzden. Hiç unutmam bir Pazar günü etüd vaktinde Nene adında yazılmış bir hikayeyi Dede olarak piyes senaryosuna çevirmiştik. Sonra da okulda piyes olarak oynanmıştı. Dede’yi de tabii ki o dostum oynamıştı. Pamuktan sakallar yapmıştık ki hala o hali gözümün önüne gelir, buluşup eski günleri yad ederken.
Kütüphanemiz çok büyük değildi ama fena sayılmazdı. Türk Edebiyatında önemli yerleri olan Tarık Buğra’yı, Yahya Kemal’i, Mehmet Akif’i, Ahmet Hikmet Müftüoğlu’nu, Namık Kemal’i, Ömer Seyfettin’i, Reşat Nuri Güntekin’i, Necip Fazıl’ı, Abdurrahim Karakoç’u, Cengiz Dağcı’yı, Cengiz Aytmatov’u genç yaşta yitirdiğimiz Erol Güngör’ü, Yusuf Has Hacip’i, Fuzuli’yi, Beydeba’yı aynı zamanda Monteigne’i, Bacon’ı, Tolstoy’u, Dostoyevski’yi, Steinbeck’i, Balzac’ı, Goethe’yi, A.Dumas’ı, Victor Hugo’yu ve şuan hatırlayamadığım nicesinin kitaplarından bazılarını oradan temin edip okumuştum. Öyle iç içeydik ki kitaplarla raflardaki yerlerini bile bildiğimiz zamanlar az değildi. Kütüphanede bulunmayanları ise başka bir şekilde temin edip okurduk.
Dostlarımın hepsini hayırla yad etmek istiyorum. Hepsini yazmak isterim ama onlarla ilgili birer satır yazsam sayfalar yetmez. Şükürler olsun ki o kadar çoklar. Yalnızca birkaç tanesini daha yazayım, onlar nasılsa kendilerini bilir. Bir dostum vardı ki kendisi güneyli olmasına rağmen aklı her daim kuzeydeydi. Hâlâ da öyle ama bunu çok fazla aşikar etmesem iyi olacak sanırım. Bazen üzücü haller de olurdu. Çok iyi futbol oynayan yetenekli bir arkadaşım vardı ki yanlış teşhisten dolayı futbol hayatı sona ermişti. Belki de ünlü bir futbolcu olabilecekti. Daha neler neler…  
Bazı şeylerin o zamanlarda farkına varamasak da şimdi daha iyi anlıyorum ki kardeş gibi dostlarımız olmuş. Bazen birbirimizle kötü olduğumuz, tartışıp, küstüğümüz zamanlar oldu çocukça ve anlamsızca. O yıllarda emsallerimiz daha küçük tepelerdeki kargalarla, doruklardaki kartalları karıştırırken bizler Kaf dağlarında Zümrüd-ü Ankalar aramaya başlamıştık gencecik bedenlerimizle… Büyük çoğunluğumuz hem çalıştılar hem de eğitimlerine devam ettiler. Sırtlarımızdaki ağırlıklar çoğaldıkça eğilecek yerde daha da dikleşti omuzlarımız… Zamanla fark ettik ki okulda bize verilen mesleki eğitimi, gerçek iş hayatında sandığımız kadar kullanma imkânımız ve selâhiyetimiz olamadı ne yazık ki. Binalar taştan, tuğladan, demirden, betondan olsa da oraları mekânlaştıran, bizlere sevdiren arkadaşlarımız, dostlarımızdı. Şimdi o bina yıkıldı, yanındaki hastane binasıyla birlikte. Büyük bir kompleks yapılacakmış. Birçok anımızın olduğu yerler şimdi yerle yeksan oldu. Ama orada edindiğim dostlarım ve arkadaşlarım ben ölene kadar kalbimde yaşayacaklar…
Rahmetli Abdurrahim Karakoç’un;
“İçimde her uzayan yol
Çıkar gider Dosta Doğru
Nergis, Itır, Menekşe, Gül
Kokar gider Dosta Doğru”
Dediği gibi benim gönlüm de yalnız yatılı okulda edindiğim değil bütün dostlarıma doğru her daim akıp gidecektir.  
Selamlarımla…