Hiç...

















Seni hiç sevmedim ben,
bunu biliyor musun?
Nereden bileceksin ki?
Yüzünü hiç görmedim çünkü…
İnsan yüzünü görmediğini sever mi?
Onu hiç bilmem…
Hiç konuşmadık seninle,
sesini hiç duymadım bu yüzden…
gözlerine ise hiç bakmadım…
Ellerin mi?
Hiç değmedi ki ellerime…
Akşam vakti,
kuru ayazda,
üşüyerek,
hiç otobüs beklemedik seninle…
Kar, hiç yağmadı başımızın üzerine,
soğuktan donmuş karları,
hiç çiğnemedik
ayaklarımızla…
Yağmurda hiç ıslanmadık,
rüzgâr hiç vurmadı yüzümüze…
Ya güneş?
Güneş yoktu ki…
Hiç gökyüzüne bakmadık,
hayal de kurmadık hiç…
Gözlerimizin içinde gözlerimizi görüp,
hiç ağlamadık…
Geceleri hiç uykusuz kalmadım ben…
Hiç şiir de yazmadım sana,
mektup da…
Şarkı söylemeyi zaten bilmem…
Adını da hiç söylemedin bana,
ben de hiç söylemedim,
adını sana,
kendi adımı da…
Sahi, adın neydi senin?
Gözlerin hangi renkti?
Ya saçların?
Çehren nasıldı?
Hiç birini bilmiyorum…
Ve en önemlisi galiba,
hiç yalan söylemedim ben sana,
bu yazdıklarımın dışında...(BK)

Gözlerin gelir aklıma...














Gözlerin gelir aklıma, 
gözlerimin içine, 
gözlerinin içinden, 
baktığın o anlar, 
sessizce, kendiliğinden…
Belki bir yerde otururken, 
ya da otobüs durağında beklerken, 
etrafım insanlarla doluyken… 
Soğuk kış günlerinde rüzgâr,
bütün şiddetiyle, 
şakaklarımda soğukluğunu 
hissettirdiğinde, 
belki yolda hızlı hızlı yürürken 
yanımdan geçen bir kadının 
eşarbındaki kırmızı çiçekte, 
belki simit satan çocukların 
dudaklarından 
dökülen bir sözcükte, 
belki de bulmaca çözen bir yabancının, 
elindeki tükenen kalemi tutuşunda… 
Yahut araba kullanırken, 
radyoda çalan bir şarkının, 
son dörtlüğünün ilk mısrasında, 
merdivenlerden çıkarken 
attığım her adımda, 
ya da okuduğum herhangi bir kitabın 
bütün satırlarında… 
En ıssız vakitlerde, 
sabah gözümü açtığımda mesela, 
ya da gece olup da 
başımı yastığa koyduğumda, 
birden gözümde belirir, 
aklımdan hiç çıkmayan
güzel gözlerin ve sen…