Anneme…

Sen dünyanı değiştireli iki yıl oldu bugün, yanımızda olmadan geçen yediyüzotuzbir gün… 
İnsan, aklına getirdiğinde bile korkarak olmamasını istedikleriyle hiç beklemediği bir anda karşılaştığında ne hissederse onu hissetmiştim o gün… Sonrasında da takdir-i ilahiye razı olmuştum, mezarına her gidişimde yeniden hatırladığım gibi…

Anne, bu bahar yine güzel açan çiçekler dikti mezarına Levent, babam da o sevdiğin güllerden… Kokularını duymuşsundur nasılsa… Kızımın adına da “gül” eklediğin geldi aklıma, çok severdin ya gülleri…

Geçenlerde doğduğun köye gittik. Erken yaşta ölümüne çok üzüldüğün yeğenin Nail abimin kızını, Fatmanur’u gelin ettik. Keşke sen de, rahmetli dayım da, Nail abim de olsaydı da görseydiniz diye geçirdim aklımdan ama kimseye bunları söyleyemedim, üzülmesinler diye… Belki de onlar da aynı şeyleri düşündüler ve söyleyemediler, kim bilir?.. Sonra mezarlığa gittik. Dedemin, hiç görmediğim anneannemin, dayımın, Nail abimin ve diğer akrabalarımızın mezarlarını ziyaret ettik. Seninle her gittiğimizde yaptığımız gibi… Anneannemin mezarını ziyaret ederken fark ettim ki o vefat ettiğinde sen otuzlu yaşların başındaymışsın. Sen dünyanı değiştirdiğinde de ben otuzlu yaşlarımın sonlarına yaklaşıyordum. “Ben öldüğümde Ayşegül kaç yaşında olacak ki?” sorusu geldi aklıma, bunu da söyleyemedim, o an yanımda olan ne babama, ne abime, ne de Levent’e… Şu an “Allah geçinden versin oğlum, böyle konuşma…” dediğini çok iyi biliyorum… Köy içinde yürürken benim çok fazla hatırlamadığım bir akrabamızla karşılaştık. Konuşurken yüzüme doğru bakıp “Annen gibi tebessüm ediyorsun” dedi bana. Beni sana benzetmişti. O an gözlerim doldu, bir şey diyemedim, gözlerimin nemini gözlüklerimin altından kimseye belli etmemeye çalışarak silerken aynı zamanda aklımdan bize bakarak gülümsediğin zamanlar geçti, mütemadiyen…

Hayat akıp gidiyor ellerimizden, harcayarak yaşıyoruz işte, Allah’ın bize verdiği nefesleri...  Hepimizin sağlığı, sıhhati iyi elhamdülillah… Kapıldık gidiyoruz dünyanın anlamsız gaileleri içerisinde… Ara ara senin yokluğun vuruyor, bir de… Bu kadar işte…

Senin yokluğunu düşününce üstadın şu dizeleri beni bir nebze de olsa rahatlatıyor;
“Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber...
Hiç güzel olmasaydı, ölür müydü Peygamber?..”

O kadar çok şey aklıma gelse ve yazmak istesem de kelimeleri cümlelere yerleştiremiyorum nedense? Ben yazsam da yazamasam da sen nasıl olsa anlarsın beni…

İnşallah, hep birlikte iki cihan serveri Peygamber Efendimize komşu oluruz…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder