Yalnızlığa karalama...

Yalnız, dilimizde yanında başkaları olmayan anlamında kullanılan bir kelimedir. Toplum biliminde ise insani ilişkilerden yoksun olan veya yoksun bırakılan kişi olarak da tanımlanabilmektedir. 

Türkçemizde insanlarımızın yazarken hata yapabildiği kelimelerdendir aynı zamanda. Özellikle “yanlız” şeklinde yanlış bir biçimde yazanlara da oldukça sık rastlayabilirsiniz. Yalnızlık, yalnız kalmak, kendini yalnız hissetmek insanların genellikle korktukları ve tercih etmedikleri hallerdendir. Belki de bu yüzdendir insanlar birbirlerini yalnız bırakarak da cezalandırabilirler. Bu yalnız bırakma hali toplum içerisinde gruplaşmalar şeklinde olabileceği gibi cezaevlerinde hücrede tek başına bırakma şeklinde de olabilir ki sanırım en zor yalnızlık hallerinden birisi de budur. 

Dilimizde “Yalnızlık Allah’a mahsustur” şeklinde ifade edilen bir deyim vardır. Ne kadar doğru ne kadar güzel bir tabirdir bu. İnsanoğlunun hayatında doğduğu andan hatta doğmadan önce bile bir yalnızlık hali vardır. İstisnası olsa da insanlar doğarken yalnız doğarlar. Bir bebeğin fark etmediği bu yalnızlığı onu koruyup kollayan annesi ona hissettirmez bile. Annesinin yanında olmaması bir bebeğin en büyük yalnızlığıdır. Bir çocuk için ise yalnızlık, anne babasının onun yanında olmamasıdır. Yaşı ilerledikçe anne babanın yerini belki yakın akrabalar belki de arkadaşlar ve dostlar alacaktır. Doğarken yalnız doğan, yaşarken de yalnız yaşayacak, yalnız sevecek ve belki de yalnız olarak vakti geldiğinde gözlerini kapatacaktır. Ama hayatı boyunca insanın her zaman yanında mutlaka birileri olacaktır. Birilerinin fiziki olarak yanı başında olması insanın yalnız olmadığının göstergesi gibi addedilse de insan kalabalıklar içerisinde bile yalnız olabilir. Yalnızlık, insanın kendi haline, bulunduğu yere ve ortama göre farklı biçimlerde olabilmektedir. Yanlış hatırlamıyorsam Goethe “Genç Werther’in Acıları” adlı eserinde yalnızlığın en çok hissedildiği yerlerin tek başına kalınan yerler değil daha çok kalabalıkların olduğu yerler olduğuna dair bir niteleme yapıyordu. Aslında haksız da sayılmaz doğrusu… 

Her ne kadar insanlar yalnızlıktan korksalar ve toplum içerisinde yaşasalar da aslında fert olarak her zaman yalnızdırlar. Fiziki olarak yalnız kalmak kötü olsa da insan ruhunun yalnız kalması yalnızlığın en zor halidir. İnsanların içinde ruhlarının farkına varanlar galiba çok fazla değildir. Herkes ruhunun olduğunu bilir ama onun farkına ne kadar varmıştır mevzusu tartışma götürür. Ruhlarının farkına varanlar neye olursa olsun zannımca âşık olanlardır. Bu sebeple yalnızlığı en derin hissedenler muhakkak ki âşık olanlardır. Âşıklar için yalnızlık, birilerinin yanında olup olmaması değil maşukunun yanında olmaması halidir. Eğer vuslat söz konusu olamayacaksa yalnız geçirilen her salisenin sızısını her zaman hissederler. 

Yalnızlığın insan hayatında öyle çok yeri vardır ki birçok sanat eserine ilham olmuştur. Yalnızlık için şiirler yazılmış, şarkılar bestelenmiş, romanlarda anlatılmıştır. Yalnızken hissedilen en derin duygular kelimelere ve cümlelere aktarılarak şaheserler ortaya konmuştur. Yalnızlığa dair bir şiir okumayan, bir şarkıyı dinlerken birkaç mısrasını mırıldanmayan, yalnızlığa dair okuduğu bir romanda veya bir kitapta kendini bulmayan kaç kişi vardır bilmem. Ama bunları hissedenlerin hayata bakışları bence tamamen farklılaşmıştır. 

Hayata farklı bakanlardan olmanız dileğiyle… 

Selam ve saygılarımla…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder