Anlamak hususunda…


Anlamak,  herhangi bir şeyin ne demek olduğunu, neye işaret ettiğini kavramak, anlatılanları, anlatılmak istenenleri, söylenenleri veya ifade edilenleri belirtildiği biçimde algılama halidir. Görünüşte bu kadar kolay gibi görünse de insanlar arasındaki uyuşmazlıkların büyük çoğunluğu aslında anlamak veya buna bağlı durumlardan kaynaklanmaktadır.
İnsanların başkalarına anlatarak anlamalarını sağlamaya çalıştıkları hususlar sanırım her zaman anlatanın anlattığı gibi anlaşılmamakta bazen çok daha farklı biçimlerde algılanabilmektedir. Yanlış anlamak ve yanlış anlaşılmak toplum içerisinde bir çok problemin oluşmasına sebep olur. Diyelim ki birisi size bir şey anlatıyor ve anlattıklarını anlamak ve anlamlandırmak hakkında kafanızda değişik algılamalar oluşuyor. Bu tarz bir durumla karşılaştığınızda yanlış anlamamak için öncelikle ne anlatılmak istendiği veya anlaşılan şeyin anlatılmak istenen şey mi olduğu açık bir biçimde sorulmalıdır. Böyle bir davranış modeli ne yazık ki bizim toplumumuzda çok yaygın olmayan bir durumdur. Anlatan kişi muhtemelen bu soruya cevap vermeyebilir veya kestirip atabilir. Çünkü soru sormak nedense hep yanlış anlaşılır, konuşmak ve doğruya ulaşmanın temelinde sorular sormak olduğu halde hep göz ardı edilir. Geçenlerde bir karikatür gördüm tam da bu hali belirtir bir tarzda yapılmış sanki. Bir çocuğun hayat seyri şeklindeki 5-6 küçük karenin her birinde çocuk bir miktar büyümüş görünüyor. Ama son kare hariç hepsinde vaziyet aynı. Aklı ermeye başladıktan itibaren bir şeyleri anlamak peşindeki bir çocuğun karşısında hep birileri oluyor ve her sorusunda onu susturuyorlar. Evde bir şey sorduğunda annesi, okulda öğretmeni, hastanede doktor veya hemşire vb. Sonuçta çocuğun bir şeyler anladığı farz ediliyor ama aslında bir şey anladığı falan da yok. En son kare ise çok manidar. Bir mahkeme salonu ve hakim var, karşısında da büyümüş bir adam. Hakim soruyor: -Anlat bakalım? Garip haldeki biçare adam, hakimin yüzüne bakıyor yalnızca, böyle bir halde iken neyi anlatabilir ki? 

Bu karikatürdeki gibi bir hayat yaşayan insanlar ne yazık ki hiçbir şeyi anlatamıyor. Bu yüzden midir bilmem bizim toplumumuzda anlatılmak istenen şeyin anlatan tarafından düzgün biçimde anlatılması değil de anlaması beklenen kişiden tam manasıyla anlaması beklenir oldu! Bu nasıl düzelecek bilmem? Eskiden de böyle miydi bilmiyorum ama durum daha da vahimleşmez.
Bir de anlattıklarının anlaşılmaması için anlatanlar var. Kah yazarak kah konuşarak yapıyorlar bu yaptıklarını. Ama yazdıklarını ve konuştuklarını anlaşılmamak üzerine kurguladıklarından dolayı onları çok fazla anlayan olmuyor. Zaten herkes tarafından algılanamayacak, anlaşılamayacak şeyleri anlatmak bu tarz kişilerin kendisini daha da anlaşılmaz ve ulaşılmaz bir hale getirme gayretiyle birlikte gidiyor. Sanırım bu kişiler kendi anlattıklarını ve yazdıklarını da anlamakta güçlük çekiyorlardır. Belki de bir şeyleri anlaşılmaz gibi göstererek kendilerini topluma kabullendiriyor da olabilirler…
  
Tarihte ve sosyolojide sebep sonuç ilişkisi içerisinde olayları değerlendirme şeklinde bir bakış açısı vardır. Bu tarz bakış açısı hem anlatmayı hem de anlamayı kolaylaştırır. Yine üzülerek belirteyim ki bizde bu tarz bir bakış açısı ne yazık ki kullanılmayıp göz ardı edilmektedir. Bunu hep söylerim ama buraya da yazacağım ki belki başkaları da okuyup farkına varırlar. Şimdi sokağa çıksanız kiminle karşılaşırsanız karşılaşın ister yüksek tahsilli veya tahsili olmayan, meslek sahibi olmuş belki de yüksek makamlara bile gelmiş kimselere bile Çanakkale Savaşını sorduğunuzda büyük çoğunluğu düşmanın geçirilmediğini, vatanın kurtarıldığını falan söyleyeceklerdir. Çok da haksız değiller ama bu soruya kaç kişi Çanakkale’nin Birinci Dünya Savaşının bir cephesi olduğunu, deniz ve kara savaşlarının yapıldığını, zafer kazanıldığını ama Mondros Mütarekesinden sonra İtilaf Devletlerinin donanmalarının Çanakkale’yi geçerken o bataryaları tahrip ettiklerini ve Payitahtı yani İstanbul’u işgal ettiklerini söyleyecektir. Anlatmak ve anlamak böyle bir şey olsa gerek.                

Şöyle bir hal de var bizim toplumumuzda “Ben söylerim, karşımdaki ne anlarsa onu anlasın.” İnsanlara bir şeyler anlatıyorsak ve onlardan bunu anlamalarını istiyorsak öncelikle anlamalarını sağlayacak şekilde anlatmalıyız. Kinaye kullanma alışkanlığından da vazgeçmek çok önemlidir. Kinayeyi ne kadar çok kullanırsanız insanlar sizi anlamakta o kadar çok güçlük çekeceklerdir. Zanların yolu açılacak ve olur olmaz yanlış anlamalar olacaktır. Ben bunu böyle söyledim, o bundan ne anlarsa anlasın, benim anlatmak istediğimi anlayacaktır veya benim kinayeyle söylediğimi o anlasın demek çok anlamlı değildir. Son günlerde çok duyduğum bir ifade var ki “laf sokmak” diye duyuyorum ve üzülüyorum. Kardeşim bir şey söylemekse derdin güzelce konuş ve anlat, yok başka bir şeyse ne konuş ne de bir şey anlatmaya çalış.
Tiyatrocular kelimelerin yanlış anlaşılabilenlerini çok kullanır. Bu alışkanlık belki ortaoyunu geleneğinden belki de Karagöz gibi oyunlardan gelmektedir. Aynı şekilde telaffuz edilen fakat anlamı farklı olan kelimeleri kullanarak anlaşılmayı zorlaştırabilirsiniz ki bence bu tarz kelimeleri kullanırken çok dikkatli olun veya mümkünse ya kullanmayın ya da sonrasında anlaşılır biçimde ne kast ettiğinizi açıkça söyleyin.    

Umarım dünyadaki en kötü şeylerden olan yanlış anlamak ve yanlış anlaşılmaktan uzak olursunuz.
Selam ve saygılarımla…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder