Özlemek mi?

Özlem ne demek ki? Bir kimseye, herhangi bir şeye kavuşma isteği midir? Yoksa biraz eskilerin hasret dediği ve bundan dolayı demir prangaları eskittiği ya da daha eskilerin tahassür dediği ve üzüntüden yanıp, yakılma hali midir? Sanırım her üçü de hissi açıdan bakıldığında aynı karşılıklara gelmektedir.
İnsan neyi özler ki? Sevdiklerini mi, yoksa yanında olmayanları mı? Daha da kötüsü yanında olamadığı gibi gönlünde dahi olamayacakları mı? Geçmişte yaşanılanlara, yaşanamayanlara, yaşanmak istenenlere de özlem duyar mıyız? Gurbettekiler yalnızca sıladaki dağları, ovaları, ağaçları, şehirleri, caddeleri, sokakları, binaları, insanları mı özlerler? İnsanlar belki de farkında olmadıkları şeyleri mi daha çok özlerler? Yurt dışındakilerin ülkemizde beş vakit okunan Ezan-ı Muhammedî’yi bazen duyduklarının farkında olmamalarına karşın özellikle Avrupa’da ezan sesini özlemelerinin sebebi böyle mi açıklanır, bilmem.
Bir de önceden sahip olmadıklarına karşı bu hissi duyar insanoğlu, kız çocuğu olmayanların dünyaya gelen ilk kızlarına Özlem adını vermelerinin bunun tezahürü olduğunu düşünürüm nedense… İsmi Özlem olan arkadaşlarımın, bu yazıyı okuyan ve adı Özlem olan değerli okuyucularımın bu adı almalarının belki başka sebebleri vardır ama böyle düşünmemden ötürü kusuruma bakmayacaklarını ümit ediyorum. 
Peki ya özlem veya hasret özlenene kavuşulduğu zaman biter mi? Bu sorunun cevabını ben vereyim, sanırım bitmez. Muhakkak ki özleme sebep olan sevgi veya muhabbet arttıkça seviyesi değişmekle birlikte özlem belki bilinç altına itilecek, farkına varılmayacak ama en ufak bir aralıkta yeniden su yüzüne çıkacaktır. Lâkin özlemin yerini nefret alacak olursa özlemin esamesi artık okunmayacaktır…
Geçen akşam ikiz kardeşimle konuşurken laf nereden geldi hatırlamıyorum ama çamura basmadığından dolayı ayakkabılarının eskimediğini söyledi. Birden aklıma çocukluk yıllarım geldi. Biz çocukken diye başlayan cümlelerden ne kadar hoşlanmasam da kendim de kullanmaya başladım ki bu artık bazı şeylerin habercisi galiba! Biz çocukken ayakkabılarımız çamur olurdu, çünkü okuduğumuz ilkokulun bahçesi ne asfalttı ne de beton. Yağmur yağdığında veya kar yağıp tutmadığı zamanlarda çamura basmamak gibi bir lüksümüz yoktu. Bir de o çamurlu bahçede yakalamaca oynarsak yalnız ayakkabılarımız değil o beyaz yakalı siyah okul önlüklerimizin sırtı bile çamur olurdu. Düşmemeye çalışırdık ki düşersek her tarafımız kirlenir eve gittiğimizde ufak bir cihan harbi olma ihtimali yüksek olurdu. Bulunduğumuz ilçede yalnızca ana cadde ve merkezi yerler asfalt veya taş döşeliydi. Büyük yerleşim yerleri dışındaki çoğu yer de böyleydi. Özellikle kışın karlar erimeye başladığında sokaklardan geçerken azami dikkat ederdik ki çamura basmayalım. Ne garip değil mi kendisi çamurdan olan insanoğlu çamurla kirlenmekten kaçıyor. Daha da garibi özlemden bahsederken galiba çocukluğumun çamurlu sokaklarına, riyadan, yalandan, her türlü keşmekeşten uzak gördüğüm o küçük dünyama, her zaman sığındığım rahmetli anneme daha çok hasret mi duyuyorum bunları yazarken bilemiyorum…
Hasretle, özlemekle ilgili o kadar güzel mısralar yazılmış ki birkaç tanesini burada örnek vermeden geçemeyeceğim.
 “Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar.”
Necip Fazıl, duyduğu özlemi beklemekle,

Ben sana mecburum
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum.”
Attila İlhan, aşkı, özlemi mecburiyetle,

“ayrılık yüreğimi uyuşturuyor,
karıncalandırıyor nicedir.
beynimi uyuşturuyor özlemin...”
Can Yücel, özlemi uyuşturmasıyla, 

“Gözlerimi de götürdün benden giderken,
Özlemin sığmıyor artık gecelere”
Sezai Karakoç, içindeki hasretin daha da büyüyüp gündüzlere de sirayet ettiğini, 

“Seni bağırabilsem seni,
Dipsiz kuyulara,
Akan yıldıza,
Bir kibrit çöpüne varana,
Okyanusun en ıssız dalgasına
Düşmüş bir kibrit çöpüne
Ahmet Arif, hasretinden prangaları eskitirken özlemini, birbirinden farklı biçimlerde ifade ediyorlar.

Bu mısralar gibi yüzlercesine rastlamışsınızdır ve ömrü hayatınızda rastlayacaksınız da. Çünkü her insanın içinde her daim bir özlem vardır. Sanırım özlemek hissi ancak insanın öldüğü zaman yitirdiği bir duygusudur.    

Bu yazımı da yakın bir zamanda kaybettiğimiz rahmetli Abdurrahim KARAKOÇ’un aşağıdaki dizeleriyle sonlandırayım. Yazdıklarımı okuyan değerli okuyucularımın gönüllerinin içerisinde, hasretini ağarmış saçlarına düğümledikleri bir Mihriban’ları varsa hiç olmazsa onları bir kere daha hayırla yad etsinler…

Selam ve muhabbetlerimle…
 
“Sarıca düzünde bir yığın toprak,
Sulanır her sabah gözyaşlarımla
Mihriban, Mihriban uyan da bir bak
Hasret düğüm düğüm ak saçlarımda

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder