1993’ün Ekim ayının yirmi
üçüncü günüydü. Havalar yeni soğumaya başlamıştı. Konya’nın kara iklimi artık kendini
belli ediyordu. Gündüzleri bir parça güneş, akşam ise daha ziyade bir serin
hava… Hem çalışıyor hem de üniversitede tahsil hayatımı sürdürüyordum. Bir
önceki gece nöbetçiydim ve sabah derse zar zor yetişmiştim. Saat 10.00
civarında ders arası olmuş kantine gitmiştim. Tam da kapısından içeri girmiştim
ki Tarih Bölümünden bir arkadaşımla karşılaştım. Rengi atmıştı, gözleri kıpkırmızıydı.
Merakla ne olduğunu sordum. Yüzüme baktı önce ve arkasından “Haberin yok mu?”
dediğinde şaşkınlıkla ona baktım. “Hüseyin ağabey…” dedi konuşamadı.
Anlayamadım ne olduğunu o anda. Hüseyin ağabey geldi gözümün önüne, bizden beş
altı yaş büyüktü ama geçen yıl fakülteyi bitirmiş ve daha yeni öğretmen olarak
atanmıştı. İlk bu geldi aklıma. Sözünü tamamladığında ise başıma kaynar sular
döküldü sanki. “Hüseyin ağabey, şehit olmuş. PKK’lı teröristler görev yaptığı
köye gelip onunla birlikte üç öğretmeni ve köyün imamını da alıp götürmüşler.
İşkence yaparak onu, bir öğretmen arkadaşını ve imamı şehit etmişler.”
Konuşamadım, bir şey diyemedim. Sonra sadece “Allah rahmet eylesin.” Dediğimi
hatırlıyorum ve arkasından da geri dönüp, yürüdüğümü. Bu esnada ona dair birkaç
anı geldi gözümün önüne. Onu tanıdığım zaman ben lise öğrencisiydim, o da yeni
başlamıştı üniversiteye. Yüzünden tebessüm eksik olmayan, içinde bulunduğu zor
şartlara rağmen okumaya çalışan, kendi halinde biriydi. Kimseye kötü
davrandığını görmemiştim. Bozkır’ın bir köyündendi. Vatanına, milletine bağlı,
haline rıza gösteren ve bundan da gocunmayan bir yapısı vardı. Anadolu’nun
herhangi bir yerinde eskiden çokça rastlayabildiğiniz şimdilerde ise oldukça az
olarak karşılaşabildiğiniz tipik bir Türk evladıydı…
Diyarbakır’ın Hazro
ilçesinin Dadaşlar köyünde göreve başlayalı henüz on beş gün olmuşken şehit
oldu Hüseyin Ağabey... Ona, belki oralılar bile oraya gidip görev yapmıyor, sen
de gitme diyenler olmasına rağmen gitmişti. Orası da vatandı, Türk Bayrağı
dalgalanacaktı okulun bahçesindeki direkte. Belki sırf bunun için gitmişti, kim
bilir? Bekârdı, evlenememişti imkânsızlıktan. Belki de kalbindeki vatan
sevgisinin çokluğundan başka sevgilere yelken açmaya fırsat bile bulamamıştı...
Bir gün kampüse giderken
tramvay bakım istasyonunun karşısındaki elektrik trafosunun üzerinde adının yazıldığı
bir tabela gördüm. Kızdım kendi kendime böyle şey mi olur diye. Onun hatırasını
yaşatacaksanız bari bir okula verin adını, ne demek bu böyle diye kendi kendime
söylendim. En nihayetinde bu yıl bir okula vermişler adını. Meram ilçesinde
eskiden köy şimdi de mahalle olan Beybes’te yeni yapılan okulun adı onun adı
olmuş. Şehit olalı yirmi sene de olsa kendi adıma teşekkür ederim, bu konuda emeği
geçenlere…
Bu yazıyı neden yazdım
biliyor musunuz? Çok sevdiğim bir arkadaşım bir paylaşımda bulunmuş. Onu okudum
biraz önce. 1993 yılında Diyarbakır’da Hüseyin ağabeyden dört gün sonra yirmi bir
yaşında babasıyla birlikte şehit edilen bir hanım öğretmen kardeşimizi anlatan
bir yazıydı. Ben de dâhil olmak üzere önemsemediğimiz hemen her şeyi unutuyoruz
hem de çok kolay bir biçimde. Ömrünün ilkbaharında iken canını veren kimleri
unutmadık ki? Hatırlatmak istedim…
Hüseyin Ağabey’in ebedi
istirahatgâhı Konya’da Musalla Mezarlığında olsa da o iki cihan serveri
Peygamber Efendimizin yanında aslında… Ya onu işkenceyle şehit edenler?..
Saygılarımla…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder